Çarşamba, Ocak 31, 2007

MUTLULUĞA GİDEN YOL

Ey nefis!
Bil'ki;Hırs ve açgözlülük,insanı helaka götürür.
Onun için kendine iktisat ve tasarrufu şiar edin.
Kanaat sahibi ol ve şunu da unutma!
"Tedbirli olmak,maişetin yarısıdır."
Müstakbel(gelecek) için,uzun emeller kurup kaygı etme.
Rızkı verenin ancak Allah olduğunu aklından çıkarma!!
Takva sahibi ol.
Yüce Allah şöyle buyurmuyor mu?
"Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa
Allah ona bir çıkış yolu açar.
Onu beklemediği yerden rızıklandırır.
Kim Allah’a tevekkül ederse, O kendisine yeter."
Dünya işlerinde senden daha aşağıda olanlara,
ahiret işlerinde ise;senden daha yukarı olanlara bak.
Ve unutma'ki ey nefis;
Kanaat en büyük zenginlik,
hırs ve açgözlülük ise;zillettir.

Cumartesi, Ocak 27, 2007

MİMLENMİŞİM

Değerli komşum beni mimlemiş.Ben de 3-4 gündür net ortamından uzak olduğum için,mimlendiğimden haberim olmamıştı.Aslında daha önceleri de buna benzer blog oyunlarına maruz kalmıştım:)Ne diyelim başa gelen çekilir.Sanırım mimlenmek;hakkımızda bilinmeyen beş şeyi paylaşmakmış.Paylaşalım bakalım:)

1-İyi bir Galatasaray taraftarı,
2-Akvaryumda balık beslemeyi sever,
3-Yalan söylemeyi sevmez,
4-Bayanlarla(eşi,ablası,annesi v.s)çarşıya çıkıp alış-veriş yapmasını sevmeyen(çok gezdikleri için)
5-Buhara Pilavını sever:)

Bu sefer böyle kısa ve öz olsun.Eğer katılmak isterlerse Cenk Ünal ve Ali Kahya beyefendileri mimlemek istiyorum:)

Selametle,

Pazartesi, Ocak 22, 2007

BİD'AT NEDİR?

Bid'at, sonradan çıkarılan şey demektir. Bunlar ya adette olur veya ibadette olur.

İbadette bid'at, Resulullahın ve dört halife zamanında bulunmayıp da, dinimizde, sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlara, sözlere, işlere, şekillere ve adetlere denir.

Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:(Din adına uydurulan her şey bid’attir, her bid’at sapıklıktır; her sapıklık da Cehennemdedir.) [Buhari, Müslim, İbni Mace, Nesai]

“Anneler - Babalar günü” adettir. Yani, adette bid’attir. adette bid’at olduğu ve zararlı olmadığı, çirkin ve dine aykırı yönü bulunmadığı için, anneler babalar günü tertip etmekte ve hediye vermekte mahzur yoktur. Anneleri babaları senede bir gün yerine her gün hatırlamak, onlara hizmet etmek, ölmüşlerse, dua etmek, hayır hasenatta bulunmak gerekir.

Doğum günü kutlamak ibadet değil adettir. Bu adet Hıristiyanlardan gelmiş olsa bile, ibadet olmadığı için Müslümanların, doğum günü, evlilik yıldönümü gibi günler tertip etmesinde mahzur yoktur. Fakat gayrı müslimlerin ibadet olarak yaptıkları şeyleri, mesela bayramlarını kutlamak caiz olmaz. Evlilik yıldönümü gibi günah olmayan adetleri taklit etmek caiz olur. Ancak faydası olmayan adetleri almak, Batıyı körü körüne taklit etmek, onlara özenmek uygun sayılmaz.

yılbaşlarında tebrik kartı yazmasında mahzur yoktur. Günah olmayan böyle adetleri taklit etmek caiz olur. Ancak yaş gününde mum dikmek gibi faydası olmayan adetleri yapmak uygun olmaz.Hakim’in rivayet ettiği (Bir kavme benzeyen onlardandır) hadis-i şerifindeki benzemek, ibadetlerde benzemektir.

Adette bid’at, sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Adette bid’at, bir ibadeti bozmazsa veya dinin yasak ettiği bir şey değilse günah olmaz.

İslam alimleri, bid’ati, Bid’at-i hasene ve Bid’at-i seyyie diye ikiye ayırmışlar, mektep, kitap gibi sonradan yapılan şeylere Bid’at-i hasene demişlerdir. Hadika’da, (Böyle bir bid’at, bir ibadetin yapılmasına yardımcı olduğu için, dinimiz izin verir) buyuruldu. İmam-ı Rabbani hazretleri ise, dinin izin verdiği böyle faydalı şeylere, bid’at kelimesini bulaştırmamak ve bunlara Sünnet-i hasene [iyi iş] demek gerektiğini bildirir. Sünnet, burada yol, iş demektir. Yolun, işin iyisi de, kötüsü de olur. Hadis-i şerifte, Sünnet-i hasene [iyi çığır] açanlar övülmekte, Sünnet-i seyyie [kötü çığır] açanlar ise kötülenmektedir. (Müslim)

Cumartesi, Ocak 20, 2007

HİCRİ YILBAŞI

Hicri Takvimi Peygamberimizin Mekke'den Medine'ye hicretini başlangıç kabul eden ve ayın dünya çevresinde dolanımını esas alan bir takvim sistemidir.

Medine'de İslam devletinin kurulmasından Hz. Ömer (r.a.) devrine kadar müslümanlar bazı önemli olayları tarih başlangıcı kabul edip buna göre zamanlarını tayin etmekteydiler. Mesela; Fil olayı, ficar savaşı, zelzele yılı, veda haccı yılı ve bazı önemli zatların ölümü gibi olaylar tarih başlangıcı olarak kabul edilmekteydi. Ancak bu, zaman zaman karışık bir durum arzediyordu. Hz. Ömer (r.a) bu karışıklığı gidermek amacıyla konuyu diğer sahabelerle istişare etti. Bu sırada meydana gelen olay bunun gerekliliğini bir kat daha arttırdı. Yemen Valisi Ya'la b. Ümeyye Hz. Ömer (r.a)'a gün, ay ve yılı belli olmayan bir mektup gönderir. Aynı şekilde yılı belli olmayan vadesi Şaban ayı, diye kaydedilen bir senet Basra Valisi Ebu Musa el-Eşari'ye getirilir. Sözkonusu senette geçen şaban kelimesinin, bu yıla mı, geçen yıla mı, yoksa gelecek yıla mı ait olduğu meselesi kesin olarak anlaşılmayınca bu tarih ve sened ihtilafa sebeb oldu ve konunun önemini ortaya çıkardı. Sahabiler meseleyi görüşerek tarih başlangıcı konusunda İran, Yunan vb. gibi ülkelerin takvimlerini benimseme tekliflerini ileri sürdüler. Ancak bu teklifler kabul görmeyince Hz. Ali (r.a) takvimin hicretin başlangıç olması gerektiğini ileri sürdü. Onun bu görüşü derhal benimsendi. Hz. Peygamber (s.a.s), rebiülevvel ayında hicret etmişti. Ancak kameri yıl muharrem ayı ile başladığından tarih iki ay sekiz gün geri alınıp Hicri takvimin başlangıcı 23 Temmuz 622 olarak tesbit edildi. Miladi ve Rumi tarihler gibi on iki ay esasına dayanan hicri yıl muharrem ayı ile başlar ve zilhicce ile sona erer. Hicri (kameri) aylar şunlardır: Muharrem, safer, rebiülevvel, rebiülâhir, cemâzielevvel, cemâzielâhir, recep, şaban, ramazan, şevvâl, zilkade, zilhicce

Hicri takvim hicreti esas alır. Günümüzde kullanılan miladi takvim ise Hz. İsa'nın doğumunu 'tarih başlangıcı olarak esas almaktadır.

Bu vesileyle tüm mü'minlerin hicreti kutlu,yeni yılı mutlu,huzurlu ve hayırlı olsun inşallah.

Perşembe, Ocak 18, 2007

DÖRT ESAS

Üstad Bediüzzaman Said Nursi hazretleri en yüksek tarikat olan kulluk tarikatinin dört esasını şöyle ihsas eder:

“Der tarik-i acz-mendi lazım amed çar-çiz:Acz-i mutlak, fakr-i mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak ey aziz...”

Acz-i mendi aczini bilme yoludur. Dikkat edilirse 4 terkten değil 4 lüzumdan yani var olmadan bahsediliyor. Yani terketme, ama Allah namına kullan.Tam bir acz.
Acz-i mutlak; Hiçbir noktada güç görmemek(kainatta ve ‘ben’de).
Fakr-i mutlak:Bende hiçbir servet görmemek. Tam fakirlik ve ihtiyaç hissine ulaşmak
Şevk-i mutlak: Allah’a karşı tam bir iştiyak, her şeyde O’nun rahmetini görüp şevklenmek. O’na doğru şevki kıran her şeyde kusurludur.
Şükr-ü mutlak: Tam bir şükür hali. Her şey de artık şükretmek.

Pazar, Ocak 14, 2007

NE YAPILMAK İSTENİYOR?

Bizim gibi yüzlercesi var.Mağdur olan,müktesep hakları elinden alınan,hak ve hukuka sığmayan muamelelerle yüzyüze kalan..Çoğu zaman inanmakta gerçekten güçlük çekiyorum.Türkiye gerçekten bir hukuk devleti mi?

Aslında çevremde buna benzer haberleri birebir duymuş hatta kısmende olsa yaşamıştım.Ama bugün yine bu haberi okuyunca;yüreğim burkuldu,inancım zayıfladı..niçin?Ülkemizin geleceği için!Gerçek anlamda demokrasinin olmayışına,insan haklarının ihlal edilmesine,sosyal bir hukuk devleti olarak anılmamıza rağmen hukukla bağdaşmayan hal ve hareketlerin devam etmesine üzüldüm...

Salı, Ocak 09, 2007

BİZİM MAHALLE

Bugün hava açıktı.Dağlarda kar olmasına rağmen güzel bir hava vardı.Zaten bu sene kış gelmeyecek gibi.Mahalleye gideyim dedim.Amacım şimdi İstanbul da olan babamın evini kontrol etmekti.Uzun süredir uğramamıştım.

Mahalleye ulaştığımda ikindi sonuydu.Tatlı bir huzur ve sukunet vardı.Köşedeki fırın,Gülpınarlı manav,berber artis(Osman Usta),şerif bakkal(şimdi market oldu)hepsi yerli yerindeydi.Nihayet ilkokul 4.ve5.sınıfı okuyup mezun olduğum okulumun önünden geçtim.İçeriden cıvıl cıvıl çocukların sesi geliyordu.Kendi çocukluğum aklıma geldi.Tam 26 yıl öncesi..

Mahallede çocuklar misket oynuyorlardı.Ama bizim zamanımızdaki gibi sokak ortasında veya evlerinin önünde değil.Evimizin hemen yanıbaşına oyun parkı yapılmış,o parkın içerisinde oynuyorlardı.Düşündümde şimdiki çocuklar bizim zamanımıza göre daha şanslılar.Kim bilir belki bizde daha önceki nesillere göre şanslıydık.

Komşularla ayak üstü sohbet ettik.Hal hatır sorduk birbirimize.Babamı sordular ne zaman dönecek diye?Karşı komşu Aysel abla hala bitkisel hayattaymış,Emel hanım kocasının vefatından sonra oğluyla Denizli de kalıyormuş.Kiracımız komşulara oturmaya gitmiş.Orhan yine camdan kafasını uzattı lafladık biraz:)

Hasıl-ı kelam;mahallelerde hala tükenmeyen bir samimiyet,sevgi ve sıcaklık var.Sanırım büyük şehirlerde bu iletişim kopmuş vaziyetde.

Salı, Ocak 02, 2007

THE END

Son günlerde dünya gündeminden düşmeyen konuyla ilgili en net yazılardan birini sizlerle paylaşmak istedim sadece...

Pazartesi, Ocak 01, 2007

ZULMÜ ALKIŞLAYAMAM


Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!..

- Boğamazsın ki!

- Hiç olmazsa yanımdan koğarım.

Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.

Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!

Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!

Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!

Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...

İrticâın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu?

MEHMET AKİF ERSOY