Salı, Aralık 25, 2007

Salı, Aralık 18, 2007

AREFE GÜNÜ

Arefe günü;Zilhicce ayının 9.günü,kurban bayramından bir önceki gündür.Ayrıca
Arefe günü, Hazreti Adem (as) ile Hazreti Havva'nın Arafat'ta buluştukları gündür.

FAZİLETİ:

"Günlerin en faziletlisi arefe günüdür. Faziletçe cumaya benzer. O, cuma günü dışında yapılan yetmiş hacdan faziletlidir. Duaların en faziletlisi de arefe günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söyledigi en faziletli söz de: Lailahe illallah vahdehu la şerike lehu. (Allah birdir, ondan başka ilah yoktur, O'nun ortağı da yoktur) sözüdür." (Muvatta, Hacc 246)

NASIL İDRAK ETMELİYİZ?

Resulullah(sav): "Arefe gününe hürmet edin! Arefe, Allah'ın kıymet verdiği bir gündür." diyerek Allahu Teala'nın kıymet verdiği günü hürmet ederek bilinçli bir şekilde yaşamaya gayret etmemizi istemiştir. Hürmet, verilen nimeti idrak etmekle ve verileni bilmekle, görebilmekle başlar. Arefe gününü günahlara girmeden oruçla, duayla, istiğfarla geçirmek kullarını arefe gününde bağışlayacağını müjdeleyen Allahu Teala'ya hürmetin ve şükrün bir ifadesidir. (Deylemi)
Ben ilk önce kendi nefsime olmak üzere bu hatırlatmaları yapıyor,arefe gününün ertesinde Allah'ın izniyle idrak edeceğimiz mübarek kurban bayramınızı şimdiden en kalbi ve samimi duygularımla tebrik ediyor,bu mübarek günlerde dua ikliminde buluşmayı rabbimden niyaz ediyorum.

Cuma, Aralık 14, 2007

HALK İÇİNDE MUTEBER BİR NESNE YOK DEVLET GİBİ OLMAYA DEVLET CİHANDA BİR NEFES SIHHAT GİBİ


Sağlıklı olmak,insan mutluluğu için vazgeçilmez bir unsurdur.Yaklaşık bir haftayı aşkın bir süredir bel fıtığı ağrılarımdan dolayı vaktimi zorunlu olarak sert zemin üzerinde dolayısıyla evde geçirmek durumunda kaldım.Bu zorunlu yatak istirahati;iğneler,ilaçlar,yürüyememek,istediğin gibi hareket edememek bana tekrar sağlığın insan hayatı için ne kadar önem arzettiğini,sağlığın her şeyin başı olduğunu hatırlattı.

Her hasta olduğumda Efendimiz(s.a.v)in şu hadis-i şerifinide hatırlar kendi kendime hayıflanırım; “Beş şeyden evvel beş şeyin kıymetini bil; İhtiyarlık gelmeden önce gençliğin, hasta olmadan önce sıhhatin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin, meşguliyetten önce boş vaktin ve ölmeden önce hayatın.” (Buhârî ve Müslim)Hayıflanırım çünkü akabinde hemen efendimizin şu hadisleri beynime hücum eder ve beni titretir; “Kıyamet günü, dört şeyden sual edilmedikçe, kulun ayakları (Rabbinin huzurundan) ayrılamaz: ‘Ömrünü nerede harcadığından, ne amelde bulunduğundan, malını nerede kazandığından ve nereye harcadığından, vücudunu nerede çürüttüğünden.” (Tirmizî, Kıyamet: 1)

Allah cümlemizi sağlığının ve zamanının kıymetini bilen kullarından eylesin.Satırlarımı Efendimizin hastalar için okuduğu şu dua ile tamamlayıp tüm hastalara acil şifalar dileyelim.
"Allah'ım, sen bütün insanların Rabbisin. Bu hastanın ızdırabını gider. Şifa ver. Şifayı veren sensin. Senden başka şifa yaratan yoktur. Ancak senin şifan vardır. Bu kuluna da hastalıktan eser bırakmayacak şekilde şifalar ihsan eyle."

Pazartesi, Aralık 10, 2007

YENİ BİR ŞABLON YENİ BİR HAYAT..

Sonunda ben de modaya uydum.Bloğumun bir önceki görüntüsü hoşuma gitmesine rağmen,şablonumu değiştirdim.Umarım bu değişiklik siz değerli ziyaretçilerimin hoşuna gider ve güzel yazılara,paylaşımlara,hayırlara vesile olur.En derin selam ve muhabbetlerimle...

Çarşamba, Aralık 05, 2007

NE OLDU BANA?

Uzun bir süredir bilgisayar ortamından uzağım.Önceden b.sayar ve i.net,hayatımın bir parçası gibiydi.Günlük ve periyodik olarak zamanımın önemli bir kısmını pc karşısında geçiriyordum.Fakat ne olduysa sanırım Haziran-Temmuz aylarından sonra oldu.Ne b.sayarı arar ne de yüzüne bakar oldum.Hele hele pc karşısına geçip saatlerce vakit geçirmek benim için zevk olmaktan çıkıp işkenceye dönüşür oldu.Bilmiyorum bu durumum normal mi anormal mi?Geçici mi yoksa kalıcı mı?Ama üzerimde bir tutukluğun olduğu gerçek!Allah sonunu hayr eyleye...

O kadar ki bahsettiğim bu durumumdan ötürü siyah zambak kardeşimizin sobelemesini bile cevaplamakta geç kaldım biliyorum.Teknolijininde ilerlemiş özelliklerinden faydalanarak kaza ve kader konusuna bu şekilde de olsa bir köprü kurmuş olsam ve en azından kendimi affettirsem olmaz mı?Buradan da konuyla ilgili geniş bilgilere ulaşabilirsiniz.

Özürüm kabahatimden beter mi oldu bilmiyorum ama bu seferlik beni mazur göreceğinizi umuyor selamlarımı takdim ediyorum...

Cuma, Kasım 16, 2007

HAYIRLI CUMALAR

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-dan rivâyet olunduğuna göre Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hazretleri buyurmuşlardır ki:

“Cum’a gününde bir saat vardır. Allah’ın kullarından bir müslim namazda ve kıyamda iken Allah Teâlâ’dan niyâz ile bir şey isteyip duâsı o saate tesadüf ederse Allah teâlâ Hazretleri o kimsenin dileğini verir.” Böyle buyurduktan sonra mübarek küçük parmağının ucuna işaret buyurdu.
Cum’a gününün içindeki saat, küçük parmağına nisbetle parmağın ufak ucu ne kadar ise, güne nisbetle o kadar az bir müddetdir ki o saat içinde her halde duâ müstecâb olur demektir
.

Pazar, Kasım 11, 2007

DÜNYA HAYATI

Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azab; Allah'tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.Fatır-5

“Mecazi olan aşk-ı dünya aşk-ı hakikiye inkılab ettiği zaman vahdet-i vücuda inkılab eder”Bediüzzaman

Cuma, Kasım 09, 2007

HASED

Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlulah (aleyhîssalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hasedden kaçının. Çünkü o, ateşin odunu -râvi dedi ki: Veya kuru otu- yiyip tükettiği gibi, bütün hayırları yer tüketir."
Ebu Dâvud, Edeb 52, (4903).

İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şu iki kişi dışında hiç kimseye gıbta etmek caiz değildir: Biri, Allah in kendisine verdiği hikmetle hükmeden ve bunu başkasına da öğreten hikmet sahibi kimse. Diğeri de Allah'ın kendisine verdiği malı hak yolda sarfeden zengin kimse."
Buhârî, İlm 15, Zekât 5 Ahkâm 3, İ'tisam 13; Müslim, Salâtu'l-Müsâ irin 268, (816).

Pazartesi, Ekim 15, 2007

ÖZLEDİM

Senin ikliminde olmayı,ravzanda secdeye varmayı,huzurunda hasbihal yapmayı,cennet-ül bakide fatihalar okumayı,uhud dağında şehitlerin efendisini selamlamayı,ashab-ı bedre ulaşmayı,kuba mescidinde c.tesi günleri kuşluk namazı kılmayı,kıbleteyn mescidinde ikindin namazını kılmayı,sabah serinliğinde hurma bahçelerinde güneşin doğuşunu seyretmeyi,sıcağında kavrulmayı özledim..hasretin beni yakar efendim!!!

Perşembe, Ekim 11, 2007

Cuma, Eylül 21, 2007

TERAVİH NAMAZI

Teravih namazı; ramazan ayında yatsı namazını müteakip kılınan namazdır.Teravih kelimesi arapça olup;oturmak,dinlenmek anlamına gelmektedir.Rasulullah (s.a.v)teravih namazını Hz.Aişe validemizin rivayetine göre; ne Ramazanda, ne de diğer zamanlarda on bir rekattan fazla namaz kılmazdı. Dört rekat namaz kılardı ki, güzelliği ve uzunluğunu anlatamam! Nihayet üç rekat daha kılardı. Bir defasında, Ey Allah'ın Resulu! Vitir namazını kılmadan uyuyor musun? diye sorduğumda "Ey Aişe! Benim gözlerim uyur, fakat kalbim uyumaz" buyurdu" (Buhari-Teheccüd-25)

Hanefilere göre, teravih namazının rekat sayısı Hz. Ömer (r.a)'ın uygulamasına dayanır. Hz. Ömer Mescid-i Nebevî'de halifeliğinin son zamanlarında teravih namazını yirmi rekat olarak kıldırdı. Dört halife devrinden sonra da kimse teravihin yirmi rekat olarak cemaatla kılınmasına karşı çıkmadı. Alimler bu hususta Hz. Muhammed (s.a.v)'in şu hadisine göre hareket etmişlerdir:
"Benden sonra benim sünnetimden ve raşit halifelerin sünnetinden ayrılmayın"(Tirmizi-ilim-16)

Teravih namazının hükmü;Hanefi mezhebine göre sünnet-i müekkededir.Sekiz rekatının müekked sünnet olduğuna şüphe yoktur.İbnu'l-Humam gibi bazı alimler, sekiz rekattan fazlasının müstahap olduğunu söylemişlerdir.

Cemaatle kılınması daha faziletlidir.Ama Peygamber efendimizin bu husustaki uygulaması şöyledir;Resulullah (s.a.s) Ramazanda mescitte gece bir namaz kıldı. Sahabenin çoğu da onunla birlikte o namazı kıldı. İkinci gece yine aynı namazı kıldı. Bu kez O'na tabi olarak aynı namazı kılan cemaat daha fazla oldu. Üçüncü gece Hz. Muhammed (s.a.s) mescit'e gitmedi. Orayı dolduran cemaat onu bekledi. Resulullah (s.a.s) ancak sabah olunca mescide çıktı ve cemaata şöyle buyurdu:
"Sizin cemaatla teravih namazını kılmaya ne kadar arzulu olduğunuzu görüyorum. Benim çıkıp, size namazı kıldırmama engel olan bir husus da yoktu. Ancak ben size, teravih namazının farz olmasından korktuğum için çıkmadım"(Buhari-teheccüd-57)

Pazartesi, Ağustos 20, 2007

MEDİNE'DE BİR GÜNEŞ'İM,BİR BABAM VE BİR DE TERLİKLERİM KALDI

"Bir seni güneşim, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geldiğim yerde Bir ilkbahar gününde güller gibi kokan Medine'de dünyaya gözlerimi açmıştım. Doğduğum hastane senin Ravzanın hemen yanı başında olduğu için, duyduğum ilk koku senin bahçenin gül kokuları olmuş. Babam gelipte daha kulağıma ezan okumadan, kulaklarım senin mescidinin ezan sesleriyle şereflenmiş.

40 günlük olduğumda ilk ziyaretimde senin Hane-i Saadetine yapmışım.Ilk adımlarımı senin Ravzandaki mermerlerinde atmış, ve Rabbimle ilk buluşmamı, ilk secdemi senin mescidinde yapmışım. Hemen hemen yaptığım her ilkte sen varsın. Daha konuşmasını öğrenmeden seni sevmeyi öğrendim ben. Belki seni çok tanımazdım ama sanki bana çok çok yakınmışsın gibi severdim seni. Senin evini her ziyarete gelişimizde seni görmesek bile senin varlığını hisseder, evinden her ayrılışımızda hüzünlenirdik.

Çocuklar evde sıkılınca babaları parka, eğlence yerlerine götürsün isterler. Biz Medine'de yaşadığımız sürece hiç babamızdan parka götürmesini istemedik. Bizim canımız sıkılmaz mıydı acaba hiç? Sanırım Medine'deki hiçbir çocuğun canı sıkılmazdı. Çünkü orada hiçbir yerde olmayan gül bahçesi ve bahçenin biricik efendisi vardı. Bizim vaktimizin çoğu o bahçede geçerdi. Senin bahçenin mermerlerine ayakkabı ile basamazdık. Yalınayak dolaşırdık mermerlerin üstünde. Kim bilir, korkardık belki de bahçenin güllerine basıvermekten. Yazın mermerler ayaklarımı yakardı. Olsun bu da bizim hoşumuza giderdi. Babama sormuştum bir seferinde - Babacığım neden Medine bu kadar sıcak diye. Babam da - Evladım Medine'de iki tane güneş varda ondan, derdi. - Nasıl olur babacığım, güneş bir tane değil mi? derdim. Babam gülerek - Bak yavrum doğru, bütün dünyayı ısıtan bir güneş var ama bir de alemleri ısıtan ve aydınlatan güneş var. O güneş de Medine'de olunca sıcaklık iki kat oluyor. Babamın bu cevabı hoşuma giderdi ve ısınırdım. Gerçektende ayaklarımızı mermerler ısıtıyordu ama senin güneşinde, sıcaklığında içimizi ısıtıyordu.

Medine'den ayrıldığımızdan beri belki ayaklarımız ısınıyor ama içimiz bir türlü ısınamıyor. Çünkü güneşimizin en büyüğünü orada bırakmıştık. Ben güneşimi kaybetmiştim. Onun evine, bahçesine gidemiyordum artık. Gerçi ışığı ta buralarda bizi aydınlatıyordu ama içimi ısıtması için onun Ravzasında yalınayak koşmam lazımdı. Evet, bahçende yürürken ezanlar okunurdu. Öyle güzel okur ki Medine müezzini ezanı, sanki Bilali Habeşi okuyor sanırsınız. Namaz kılmak için Mescide koştururduk, bilir bilmez. Babamın yanında namaz kılardık. Büyük sütunların altından gelen soğuk havadan saçlarımızı savurturduk. Zemzem bardaklarından güller yapardık. Namaz kılarken yanımıza usulca bir kedi sokulurdu. Babam 'incitmeyin sakın, onlar Ebu Hüreyrenin kedileri' derdi, biz de inanırdık. Senin Mescidine kediler de girebilirdi. Sen çok iyi bir ev sahibiydin çünkü. Çarşamba günleri hep Uhud'a giderdik. Senin çok sevdiğin amcanı ziyaret etmeye, o bizim de amcamızdı. Kardeşlerimle Ayneyn tepesine çıkar oradan Uhundda yatan 70 şehide selam verirdik. Uhud dağına her baktığımızda sanki orada seni görür gibi olurduk.Uhudda senin Ravzanın kokusu gibi gül kokardı. Orası da ayrı bir gül bahçesi idi sanki.

İşte benim yedi senem ki en değerli en güzel yıllarım senin köyünde, senin gül bahçende, senin savaştığın yerlerde sanki yanımda sen varmışsın gibi seninle dopdolu geçti. Seni görmesem de seninle yaşamaya o kadar alışmıştım ki senin yanından ayrılırken sanki bir yanım, bir canım,bir parçam orada kalmıştı. Buraları bana gurbet oluverdi. Elimde olsa hemen yanına koşar gelirim ama hep büyüyünce gidersin diyorlar. Ben sırf senin yanına gelebilmek için büyümek istiyorum. Senin yanına geldiğim zaman büyümüş bile olsam bahçendeki mermerlerde yalınayak dolaşacağım. Ta ki güneşin içimi ısıtana kadar. Senin hasretinden içim üşüyor. Belki hasretin herkesi yakar, beni de üşütüyor işte. Çünkü benim ruhum doğduğumdan beri senin sevginle ısınmaya alışkın. Senin sıcaklığına o kadar muhtacım ki. Ne olur ben sana gelemesem bile sen beni hiç bırakma. Işığınla gecelerimize nur ol. Sıcaklığınla bütün zerrelerimizi ısıtıver. Hani sana Medineyken komşuyduk ya, evlerimiz birbirine çok yakındı. Senin varlığın bize güven verirdi hep. Yine öyle ol, ara sıra da olsa evimizi şereflendiriver. Hem benim adım Nebi, aynen seninki gibi. Bu ismi bana seni çok seven bir dostun koymuş. Diğer adım da Muhammed, yine senin gibi. Bu ismi de canım babacığım koymuş. Buraya gelirken senin köyünde bıraktığımız babacığım. Sana benzeyen bir yanım daha var. Ben de senin gibi babasız büyüyorum. Ben çok şanslıyım, sen bize asla yetimliğimizi hissettirmedin. Medine'den ayrıldığımızdan beri sanki sen hep yanı başımızdaymışsın gibi hissediyorum. Geceleri korkmadan güvenle uyuyorum hep. Seni tanıdığım ve seni sevdiğim için Rabbime binlerce kez teşekkür ederim. Babam senin köyünde kalmıştı. Biz babamın cenazesini gömerken ağabeyimin terlikleri babamın kabrine düştü ve orada kaldı. Ben o terlikleri çok kıskandım. Çünkü ağabeyimin terlikleri hep babamla kalacaktı. Babamı son ziyaret edişimizde bende kimse görmeden terliğimi babamın kabri üstüne gömüverdim. İşte şimdi benim terliğim de hep babamla kalacaktı.

Evet demiştim ya bir güneşimi, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geride. Babam ve terliklerim hep oradaydı, gelemezlerdi. Ama güneşim hep yanımızdaydı. Yetimlerin efendisi, yetimlerini hiç ışıksız bırakır mı? Dünyanın bir ucuna gitmiş olsaydık bizi bırakmayacağını biliyordum. Gözümüz gönlümüz seninle aydınlanır efendim. Ruhumuz, içimiz sıcaklığınla ısınır. Bir gün sana gelişim geç bile olsa bana, Gül bahçesinin mermerlerinde yalın ayak koşmak nasip et. Ta ki aşkınla, sevginle bütün bedenim yanıp kavrulsun. Terliklerimi bıraktığım o güzel mabed son durağım olsun."

Salı, Ağustos 07, 2007

MECLİS

Geçtiğimiz Cumartesi-Pazar günleri değerli bir arkadaşımızın yemin töreninde hazır bulunmak için Ankara da idik.Meclise hayatımda ilk defa giriyordum.Siyasilere olan basının yoğun ilgisi görülmeye değerdi.Tüm canlı yayın ekipleri oradaydı.Başımızı hangi tarafa çevirsek siyaset veya basın dünyasından ünlü birileriyle karşılaşıyorduk.Nitekim hemen yanıbaşımızda Sayın Onur Öymen,diğer tarafta Sayın Çelik,hemen arka tarafamızda Sayın Yazıcıoğlu,Ali Kırca v.s...medyadan izlediğimiz zevatlarla aynı ortamı paylaşmak garip bir duyguydu...



Az sonra muhterem arkadaşımızın sırası gelince bayağı kalabalık bir grup hep beraber Genel Kurula girdik.(Bu grubun içerisinde bloglar aleminden kayıplarda olan bir dostumuzda vardı.Hatta ayak üstü sohbet etme fırsatımda oldu.Sizler adına hemen orada kendisine abi nerelerdesin ?diye sordum.Yine aynı gizemliliği ve muzipliğiyle;"çok az kaldı döneceğim" dedi)Gerekli kontrol noktalarından geçtikten sonra izleyici localarındaki yerlerimiz aldık.Tabii ben hemen etrafı ve sayın m.vekillerini gözlemlemeye başladım.Yemin edenler,dinleyenler,sohbet edenler,görevliler ve sırasını heyecanla bekleyenler derken bir an dalmışım..Kim bilir bu meclisin çatısı altından kimler gelmiş geçmiş?Gerçekten hak edenler mi idi acaba?Milletine,Vatanına hizmet ederken hakkın rızasını ne kadar gözettiler?Eşit ve adil davrandılar mı?Menfaatlerinin peşindemi koştular yoksa yürekleri vatan sevdasıyla yanarak milletin dertlerine derman mı oldular?Ve..Acaba bu ağır sorumluluğun altına giripte bugün ahiret alemine intikal edenler ne yapıyorlar ?..Böyle düşüncelere dalmışken birden yanımda oturan kardeşim dürttü..Hemen silkindim..Divan üyesinin sesi salonda yankılanıyordu..Arkadaşımızın ismi anons ediliyordu,yemin sırası gelmişti...
Hülasa;
Meclis bana sıkıcı geldi dostlar..
Benim yarim olsun dumanlı dağlar..
En iyi dostum olsun kitaplar..
Semaverde kaynasın çaylar..
Eksik olmasın hak dostlar.

Salı, Temmuz 24, 2007

YENİDEN

Yoğun bir maraton sonucunda tekrar sizlerin huzurunda olmak ne kadar güzel!İnşallah bundan böyle bu kadar mesafeli bir ayrılık olmaz.Bu vesileyle tüm dostların mübarek üç aylarını,geçmiş kandillerini tebrik eder ülkemiz ve bütün islam alemi için hayırlar getirmesini rabbimden niyaz ederim.

Bu ayrılık dilimi içerisinde meşguliyetimin mahiyetini sizlerle açık bir şekilde paylaşmak isterdim.Gerçi bir kısım arkadaşlar tahmin eder gibi olmuşlar.Ama ben affınıza sığınarak ve taşıdığım -ilahiyatçı-kimliğim hasebiyle o kısmı kendime saklıyor,durmak yok kaldığımız yerden yola devam diyorum.En kalbi duygularımla sizleri tekrar selamlıyorum...

Pazar, Temmuz 01, 2007

DUYURU

Yaklaşık bir ay oldu sanırım yazmayalı.Siz değerli ziyaretçilerime bir özür borçluyum biliyorum.Ama bu satırları dahi gecenin ilerlemiş saatinde ancak yazabiliyorum.Temmuz ayının sonuna kadar bu meşguliyetim devam edecek gibi görünüyor.Meşguliyetimin mahiyetini bu sürecin sonunda sizlerle paylaşmak isterim.Ama şimdilik beni mazur görün lütfen!

Bloglar alemini gerçekten özlemişim.Yazmak,paylaşmak inanın bana güç ve mutluluk veriyor.İnşallah siz değerli arkadaşlarımın arasına bir müddet sonra döneceğim.Bu vesileyle; bloğumu güncelleyemediğim için öncelikle siz değerli arkadaşlarımdan özür diler en kalbi muhabbetlerimi bildiririm.Selam ve dua ile...

Pazar, Haziran 03, 2007

BURSA-ULUDAĞ

Yukarılara doğru yükselişe geçtiğimizde hava günlük güneşlikti.Telefirikte bazı grupların içerisinde yükseklik fobisinden dolayı o doyumsuz manzaraları seyredemeyenler olsada aslında her şey çok güzeldi.
Yükseldikçe hava hafiften değişmeye başlamıştı.1230m.den sonraki ilerleyişimiz kelimenin tam anlamıyla harikaydı.Aşağıları seyretmek gerçekten insanın içerisine farklı bir heyecan veriyordu.
Zirvede eğlenen çocuklar,gençler,piknik yapan aileler..Biz de önce yürüyüşümüzü yaptık.Bu güzel havayı fırsat bilip teneffüs ettik ciğerlerimize...

Ve dönüş yolu..bir kış boyu hasret kaldığımız yağmur aniden Uludağ'da bastırınca daha fazla gecikmeden tekrar geldiğimiz gibi döndük.Ama yağmuru dinlemeyip çıkanlarda yok değildi..

Perşembe, Mayıs 31, 2007

ALİ'NİN DÜĞÜNÜ

Geçtiğimiz günler malumunuz Ali'nin düğününe iştirak etmek için yola çıkmış 1 hafta 10 gün kadar sizlerden ayrı kalmıştım.Her ne kadar düğün nasıl geçti?diye meraklanan olmasada ben yine de sizlerle ufakta olsa paylaşayım istedim Ali'nin düğününü.
Öncelikle sade,proğramlı,düzenli bir düğün olduğunu söylemem gerek.Düğünde seçkin bir davetli topluluğu vardı.Türkiye'nin muhtelif yerlerinden gelmişlerdi.Birbirinden değerli zatlar güzel konuşmalar yaptılar.Biz dinleyicilerde müstefid olduk bu konuşmalardan.
Ali kardeş düğünüyle ilgili tüm ayrıntıları düşünmüş, davetlileri memnun edebilme adına güzel bir organizasyon yapmıştı.Bu bağlamda yemek eşliğinde Türk Tasavvuf musikisi ve akabindeki Mevlevi gösterisi kelimenin tam anlamıyla takdire şayandı.

Düğün bitiminde ise Ali'ye tebriklerimi ilettikten sonra,düğünle ilgili fotoğraf yayımlayıp yayımlayamayacağımı sordum ama malesef olumsuz cevap aldım. Ben yine de Ali kardeşin affına sığınarak yukarıda kendi objektifimden olan bu fotoğrafı yayımlıyor satırlarıma nokta koymak istiyorum. Bu vesileyle Ali kardeşimizi ve kıymetli eşini tekrar tebrik ediyor bir ömür boyu mutlu,huzurlu bir hayat diliyor rabbimden kendilerine hayırlı zürriyetler vermesini niyaz ediyorum.




AZİZ İSTANBUL

Gönlümün müstesna yerinde konumunu muhafaza etmiş mübarek bir şehir İstanbul.Nasıl mübarek olmasın ki;bünyesinde Eba Eyyub-il Ensariyi,sultanları,evliyaları, selatin camilerini,sarayları ve daha nice değerleri barındıran,medeniyetlere ev sahipliği yapmış,fetholunacağı Peygamber tarafından müjdelenmiş,mazisi buram buram tarih kokan, gözlerimi dünyaya açmış olduğum,şairin ifadesiyle yedi tepe üzerine kurulmuş aziz İstanbul...

Toprağın su ile buluştuğu an gibiydi kavuşmamız.Gecenin karanlığında kimsenin görmesini istemeyecek kadar gizemliydi buluşmamız.Sen bana ben sana yabancı değildik ama hasret kalmıştık birbirimize.Ama doyamadan ayrıldık birbirimizden.Dağlar,yollar girsede aramıza senin sevgin bambaşkadır gönül sarayımda...

Boğazın serin sularında Güzel yalı yönüne doğru ilerlerken seyrettiğim o eşsiz ve doyumsuz manzaraların hala hayallerimde.Bu uslanmaz gönül Fatih'in seni fethettiği o günleri yad etmekte..Rabbim seni tüm kötülüklerden muhafaza buyursun.Tarihine,ecdadına yakışır bir şehir kılsın ey aziz İstanbul...

Cumartesi, Mayıs 26, 2007

BARLA

Sözler, Mektubat ve Lem’alar’ın tamamının telif edildiği yer.Şirin mi şirin bir şehir Barla.Üstad Bediüzzaman'ın 8 yıl mütemadiyen daha sonra da belirli aralıklarda kalmış olduğu Eğirdir gölüne nazır hoş bir şehir..

Muhterem Babam ve çok değerli bir aile dostumuzla yıllar sonra nasip oldu bu güzel şehri ziyaret etmek.Ulaştığımızda saatler çoktan gecenin yarısını geçmişti.Havası serin ve insana huzur veriyordu.

Sabah namazını A.Kadir Badıllı abinin taşlarını Urfadan getirtip tekrar imar ettirdiği Üstadın camisinde ifa ettik.Manevi atmosferden etkilenmemek imkansızdı.Allah şefaatlerine mazhar kılsın inşallah...

Namazın akabinde eve dönüp evrad,ezkar ve bir müddet daha dinlendikten sonra kalkıp kahvaltımızı yapıp hemen yanıbaşımızda komşu olan Üstadın evini ziyaret ettik. Muhtelif yerlerden gelen ziyaretçiler vardı.

Evin hemen yanıbaşında ulu bir çınar ağacı vardı.Üzerine çıkıp tefekkür ettiği yer tüm heybetiyle aynen duruyordu.
Hemen az aşağıda üstadın 28.sözü yazdığı ve cennet bahçeleri misali diye nitelendirdiği bahçe.
Cuma vakti yaklaşmıştı.Ertesi günü devam etmek ve Isparta da sevdiğimiz bir dostun resmi nikah töreni merasimine yetişmek üzere ayrıldık Barladan...

Çarşamba, Mayıs 16, 2007

DAVETE İCABET

Davete icabet, müslümanların birbirleri üzerindeki haklarından birisidir. Peygamberimiz (s.a.s.): "Müslümanın müslüman üzerinde altı hakkı vardır" buyurdu. Ashab'ın bunların neler olduğunu sormaları üzerine şöyle devam etti: "Karşılaştığın zaman ona selam ver; seni davet ettiği zaman davetine git; senden öğüt istediği zaman ona öğüt ver: aksırdığı zaman "elhamdülillah " derse yerhamükellah (Allah sana rahmet etsin!) de; hasta olduğu zaman onu ziyaret et, öldüğü zaman cenazesinde bulun." (Tirmizî, Edeb,1; Nesâî, Cenâiz, 52; İbn Mâce, Cenâiz. 1)

Efendim ben de bundan bir müddet önce almış olduğum davete icabet etme mukabilinden yarın yolculuğa çıkacağım.Dolayısıyla yaklaşık olarak bir hafta süreyle siz değerli dostlarımdan ayrı kalacağım.Güzergahım inşallah Konya,Isparta,Afyon,Kütahya,İstanbul ve Bursa olacaktır.Yok yok çok yakından tanıdığınız blogların üstadına filan özeniyor değilim.Ben düğüne iştirak etmişken birazda gezeyim,bu fırsatı bir daha zor bulurum düşüncesiyle böyle yolu uzattım biraz.Hem ahbap ve dostları ziyaret,hem davete icabet benimkisi.Allah kabul etsin.Döndüğümde Allah'ın izniyle gördüklerimi,gezdiğim yerleri sizlerlede paylaşmak isterim.

Şimdilik kalın sağlıcakla.Benim yokluğumda bloğumu ziyaretsiz ve yorumsuz bırakmayın :)Allah'a emanet olun.Selamlar..

YORUMSUZ...


Salı, Mayıs 15, 2007

ANTEP DİYARI

Geçtiğimiz hafta sonu G.Antep'de idik.Tabii G.Antep'de gezilecek yer çok.Antep kalesi,Tahmis kahvesi,Mevlevihane,birbirinden ilginç camileri,çarşıları hele hele araya yemek molaları-antep lahmacunları,çiğ köfteleri,patlıcan kebapları,baklavalar-girince işin altından kalkmak bir hayli zor oluyor:)


Neyse lafı fazla uzatmayalım.Biz her ne kadar geziye çıkmadan önce çarşı marşı yok dediysekte ilk indiğimiz yer çarşı pazar oldu.Laf aramızda belimiz kırılıncaya kadar gezdik dolaştık Antep çarşılarında.Sonra uygun bir lokanta bulup yemeklerimizi afiyetle yedik.Ee..yemek yiyip baklava yememek olmazdı tabi:)


Daha sonra ne mi yaptık?Hayvanat bahçesine gittik.Çocuklar ne zamandır görmeyi arzu ediyorlardı zaten.Ulaştığımzıda bizi aşağıdaki arkadaş karşıladı:)



Daha sonra Akvaryum bölümüne girdik.Çok ilginç ve güzel manzaralarla karşılaştık.


bu bölümden ne kadar çıkmak istemesekte daha çok ziyaret edilecek hayvanlar vardır:) diyerek çıktık kendimizi ormanların içerisine doğru attık.İlerledikçe karşımıza daha vahşi hayvanlar çıkmaya başladı


Kafamızı ne tarafa çevirsek karşımıza Aslan,Sırtlan,Kartal,Yılan,Timsah v.b yırtıcı ve vahşi hayvanlar çıkmaya başlayınca durumun vehametini idrak edip zaten akşam da oluyor diyerek gerisin geriye çıkmaya karar verdik:)zaten bitecek gibi değildi.Ne kadar büyükmüş??




Lafı uzatmayalım,başınızı ağrıtmayalım.Biz evimize dönerken biri de bize sırtını dönmüş etrafı kolaçan ediyordu...

Pazartesi, Mayıs 07, 2007

...

Bugünler yazı ekleyemediğimin farkındayım.Ama inanın şevkim yok hiç.Beni mazur görün bundan dolayı..

Ülkemdeki son 10 gün içerisindeki gelişmeler beni mahzun kılan.Olgun bir demokrasiye ulaşamamız,hukukun siyasete alet olması beni üzen.Demokrasi adına mitingler düzenleyip demokrasinin erdemliğini benimseyememiş olanlar,milletin adına yüce meclise gidipte demokrasinin gerekliliğini yapma cesaretini gösterip yüreğini ortaya koyamayanlar beni hüzünlendiren...

Ama umutsuz değilim.Kazanan Allah'ın izniyle demokrasi,hukuk ve sağduyu olacak.Milletin sedası yükselecek bu gök kubbede...

Çarşamba, Nisan 25, 2007

Cumartesi, Nisan 21, 2007

RASULULLAH(S.A.V)'E İTTİBA ETMEK

Birçok değerin ve kıymet hükmünün alt üst olduğu,kalbi ve ruhi hayatın iflas ettiği,Muhammedi bir havanın bizden uzaklaştığı günümüzde,Efendimiz (s.a.v)'e ittiba etmek meselemizi çözümleyecektir.Zira sevgili Peygamberimiz Veda hutbesinde;"Size iki emanet bırakıyorum,onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız.O emanetler,Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir."buyurmaktadır.Müslim,Hac,147

Ancak -ittiba etmek- sadece sözde kalmamalı,özde olmalıdır.Bunun için yapılan anma törenleri güzel etkinlikler olmakla beraber,anmanın ötesinde sevgili Peygamberimizi daha iyi anlama yönünde adımlar atmalı ve onun sünnetine hayatımızın her safhasında uymalı ve Efendimiz (s.a.v)'i herkesten daha fazla sevmeliyiz.Çünkü hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır; "Sizden birinize ben, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş olamaz."Buhari, İman: 8; Müslim, İman: 69, 70.

O zaman gelin hep beraber Efendimizi(a.s)daha iyi tanımak için çaba sarfedelim,sünnetine sımsıkı sarılalım,kendimize düstur edinelim.Zaten Cenab-ı hak bu mealde şöyle buyuruyor;"(Ey Habibim!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”Al-i İmran 3/31.

Allah bizleri habibine uyan sevgili kullarından eylesin...

Perşembe, Nisan 19, 2007

SEN KİMSİN?

Sen Allah’ü Tealanın “Muhakkak biz insanı en güzel bir şekilde yarattık.” Hitabıma muhatap olan ve bu ilahi kitabın hakkını veren en sevgili kulsun.

Sen, dehşetli kıyamet gününde peygamber dahil herkesin “nefsi nefsi dediği ve secdelere kapandığı o günde, ümmetimi isterim yarab bağışlamadıkca secdeden kalkmam yarab” diye feryat edecek olan Habibi Kibriyanın ümmetisin .

Sen Hz. Resulullahın ashabına “orduya yardım edin dediği zaman” bütün servetini alıp getiren ve Resulullahın “çoluğuna çocuğuna ne bırakrın” sorusuna “Allah ve Resulunu bıraktım” cevabını veren Hz. Ebu Bekir’in yolundasın.

Sen devlet reisi olduğu halde içi su dolu tulumu yüklenerek halk içerisinde dolaşan ve oğlunun “Babacığım ne yapıyorsun ?” sorusuna “Kendimi biraz beğenir gibi oldum onu zelil etmek için böyle yapıyorum” diyen Hz. Ömer’in izndesin.

Sen müslümanlar arasında açlığın ve kıtlığın hüküm sürdüğü bir zamanda Şamdan gelen, kendisine ait erzak yüklü bin deveyi yükleriyle beraber müminlere dağıtan Hz. Osman’ın ardındasın.

Sen cebindeki dört dirhen servetinin birini gizli, birini açıkça, birini gece ve kalan bir dirhemide gündüz kimsesizlere veren ve Allah Resulünün “niçin böyle yaptın “ sorusuna “Belki Allah bunlardan birisini kabul eder diye böyle yaptım” diyen Hz. Ali’lerin peşindesin.

Sen Allah yolunda cihada çıkan ve karşısında Atlas okyanusunu görünce atını dizlerine kadar suya süren ve kılıcını çekip “Yarabbi! Şahit ol önüme şu uçsuz bucaksız derya çıkmamış olsaydı şanını daha ileriye götürecektim” diye feryat edip göz yaşı döken Mücahitlerin peşindesin.

Sen Resulullahın müjdesine nail olup küfrün doğu kalesi İstanbul’u fethedip islama teslim eden ve bu zaferle yeni bir çağ açan Fatihlerin, dünyayı müslümandan başkasına dar gören Yavuzların, karaların ve denizlerin sultanı Kanunilerin neslisin.

Sen İstanbul’da okumaya başladığı ezanı Çaldıran ovasında bitiren, Tuna da aldığı abdestin namazını Afrika çöllerinde kılan, Hazal kıyıların da getirdiği tekbir seslerinin yankılarını Viyana kapılarında duyan kahramanların, şehitlerin torunusun.

Ve kısaca şairin ifadesiyle sen;
Malazgirt’te arslan, surlarda Ulubatlı Hasan,
Niğboluda Yıldırım,Kosovada Murat, Mohaç’ta Süleyman,
Sensin Çanakkale’de diş dişe gırtlak gırtlağa boğuşan,
Sen Hakk’ın kılıncı, Allah’a vurulmuşsun,
Sen şehitler çocuğu, kefensiz doğmuşsun.

Salı, Nisan 17, 2007

RİYA

Bloğu açtığım günden beri zaman zaman aklıma gelmiştir.Acaba riya oluyor mu,olmuyor mu diye?Aslında sadece sanal ortamda değil,gerçek hayatda da bu korkuyu yaşamak gerek.Çünkü -hafizenallah- riya;bir samimiyetsizlik,ahlaksızlıktır.

Peki dinen riyanın anlamı nedir?Riya;amel,söz ve davranışlarda gösterişe yer verme; bir iyiliği veya salih bir ameli Allah'ın rızasını kazanmak niyetiyle değil, insanların beğenisi için yapma. Bu davranışta bulunan kimseye riyakar veya mürai denir. Rasulüllah Efendimiz; Muhakkak ki, sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirk, yani riyadır, "buyurmuşlardır. (Tirmizi, Hudut, 24)

Bir başka hadis-i şeriflerde ise efendimiz(a.s)şöyle buyurmuşlardır:"Her kim duyulsun diye bir iş işlerse, Allah onun kıymetsizliğini duyurur. Her kim gösteriş olsun diye bir iş yaparsa, Allah da onun gösteriş yapmasını ve değersizliğini ortaya çıkarır" (Müslim, Zühd, 38); "Şüphesiz riya şirktir" (İbn Mace, Fiten, 16).

Rabbim;Allah'a ve insanlara karşı samimi davranarak riyadan uzak durmayı nasip etsin hepimize.

GÖNLÜMÜN GÜLÜ

Salı, Nisan 10, 2007

GARİP BİR ÜLKEYİZ VESSELAM...

Aylardır bu konuyu tartışmaktan,dinlemekten,seyretmekten gına geldi inanın.Bu ülke böyle sığ tartışmalarla,kısır döngülerle nereye götürülmek isteniyor?Bu millete,bu devlete yazık değil mi Allah aşkına?

Cumhurbaşakanlığı seçiminin nasıl yapılacağı,anayasamızın ilgili maddelerinde usül ve esaslarıyla açık ve sarih bir şekilde açıklanmışken;yaratılmak istenen bu kaos ve kargaşa neden?Bu konu üzerinden gıdalananlar mı var yoksa?Ne yapılmak isteniyor?Hukuku bu kadar zorlamanın,ortamı bu kadar germenin mantıklı bir açıklaması var mı?

Biz sanırım geçmişi,dünü çabuk unuttuğumuz gibi,yarını da düşünmüyoruz.Bu güne kadar Cumhurbaşkanlığı seçimleri nasıl yapılmıştı?Bugün neden aynı şekilde yapılmasın?Birilerinin gönlünü yapmak için;eski köye yeni adet mi getirelim yani?Şimdi açık ve seçik soruyorum:Eğer İktidardaki parti CHP,seçilecek Cumhurbaşkanı adayıda Sayın Deniz Baykal olsaydı,bu tartışmalar olur muydu?Hukuk bu kadar zorlanırmıydı?

Demokrasiyle yönetilen ülkelerde muhakkak muhalefet olacaktır.Yapılan icraatlar beğenilecek veya beğenilmeyecektir.Bireyler,sivil toplum örgütleri v.s.fikirlerini beyan edecekler lehte ve aleyhte mitingler yapacaklardır.Bütün bunlar demokrasinin tamamlıyıcı unsurlarıdır.Ancak bunlar yapılırken meşru çerçevede kalmaya azami özen gösterilmeli,kullanılan argümanlara dikkat edilmelidir.

Ümidim;Ülkeyi gruplara bölmeden,cepheleştirmeden,ne kadar farklı düşünce olursa olsun birbibirine karşı hoşgörüyle yaklaşan,şekilde boğulmayıp meselenin özüne inebilen ve tartışabilen bir toplum olabilmemiz..Mevlam bakalım neyler neylerse güzel eyler...

Cumartesi, Nisan 07, 2007

PROF TEZİÇ'İN KARANLIK GEÇMİŞİ(!)

Geçtiğimiz günler Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili nev'i şahsına münhasır beyanatlarıyla gönlümüzdeki müstesna yerini perçinleyen,hukukçu kimliğine inandığımız(!)yılmaz bir demokrasi süvarisi olan sayın başkan;acaba cumhurbaşkanı adayı olmaya haiz gerekli şartları taşıyor mu?Cumhurbaşkanı olabilir mi?Yoksa olamaz mı,olmamalı mı?Daha fazla bilgi için lütfen tıklayınız...

Pazartesi, Nisan 02, 2007

HUZUR

“Onlar (Allah’a yönelenler), iman eden ve Allah’ı anmakla kalpleri huzura kavuşan kimselerdir. Haberiniz olsun ki kalpler, ancak Allah’ı zikirle huzura kavuşur.” (Ra'd suresi/28’inci ayet).

"Her kim fâni hayatı kendine esas maksat yapsa, zahiren bir cennet içinde olsa da, mânen cehennemdedir. Ve her kim, bâkî hayata ciddî olarak yönelmiş ise, hem dünya hem de âhiret saadetine mazhardır. Dünyası ne kadar fena ve sıkıntılı olsa da, dünyasını Cennet’in bekleme salonu hükmünde gördüğünden, hoş görür, tahammül eder, sabır içinde şükreder.” (Sözler)

Perşembe, Mart 29, 2007

AH!EFENDİM


Hayırlı,bereketli,huzurlu bir kandil geçirmeniz temennisiyle...

Pazartesi, Mart 19, 2007

ANLAMLI SÖZLER

"Ya ümitsizsiniz, Ya da
ümit sizsiniz.
Ya çaresizsiniz. Ya da çare
sizsiniz.
Behçet Necatigil
"Küçük olaylar karşısında
sabırlı olmazsan
büyük planları
gerçekleştiremezsin."
Çin Atasözü
"Her kısın yüreğinde
titreyen bir bahar vardır.
Her gecenin peçesinin
ardında tebessümle
bekleyen bir şalak vardır.''
Halil Gibran
"Dağ ne kadar yüce olsa,
yol üstünden aşar.
Türk Atasözü
"Nerede olursanız olun
elinizdekilerle
yapabileceklerinizi yapın."
Theodore Roosevelt
"Taşı delen suyun gücü değil,
damlalarının sürekliliğidir."
"Hedefe yaklaştıkça,
zorluklar artacaktır.
Goethe
"İyi ağaç kolay yetişmez;
rüzgâr ne kadar
kuvvetli eserse ağaçlar da
o kadar sağlam olur."
J. Willard Marriot

Cumartesi, Mart 17, 2007

Cuma, Mart 16, 2007

HAYIRLI CUMALAR

“Allah yolunda öldürülenleri (şehitleri) sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler; Allah'ın Iütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiç bir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duyurmaktadır.”8 AI-i İmran, 169-170.

Behz. b. Hakim (r.a)'den, Rasulullah şöyle buyurdu: Kıyamet günü sizler yaya olarak, binitli olarak ve yüzüstü sürünerek mahşer yerine toplanacaksınız.(Tirmizi,2424)

Salı, Mart 13, 2007

Cuma, Mart 09, 2007

DÜNYA HAYATI

Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?(En'am suresi/32)

Ka'b b. İyad (ra) demiştir ki; Ben Resulullahı (sav) şöyle buyururken duydum. “Her ümmetin bir büyük fitnesi (imtihan vesilesi) vardır. Benim ümmetimin baş fitnesi (sıkıntı sebebi) de maldır.

Ümmü Seleme (rah) validemizden nakledildiğine göre Peygamber (sav) Efendimiz şöyle dua ederdi: “Ey kalpleri halden hale değiştiren (Allahım), benim kalbimi dinin üzere sabit kıl !”

Çarşamba, Mart 07, 2007

İSLAM VE KADIN

1-Kadın insan olma açısından erkek gibidir :Cenab-ı Hak buyuruyor . "Ey insanlar sizi tek bir nefisten yaratan Rabbinizden korkun"(Nisa süresi 24)
2-Kadın dindar olmaya, iman ve ibadete ehliyetlidir :"Rableri onlara karşılık verdi : Ben sizden erkek kadın, hiçbir çalışanın işini zayi etmiyeceğim. Hep birbirinizdensiniz." (Al-, İmran Suresi 195)
3-İslam, kadına miras hakkı tanımıştır .
4-İslam eşler arasında hakları tanzim etmiştir ."Erkeklerin kadınlar üzerinde bulunan hakları gibi kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları bir derece daha fazladır." (Bakara Suresi 228)
5-İslam Boşanma Meselesini düzene Koydu.
6-İslam Kız Çocukların Katlini Yasakladı.
7-İslam, kadın erkek arasında yargı eşitliği getirdi
8-İslam kadına mülkiyet hakkı verdi.
9-İslam, kadınında eğitimine önem verdi.
10-İslam, kadına ikram edilmesini emretmiştir ."Biz insana, ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu." (Ahkaf Suresi 44)

Çarşamba, Şubat 21, 2007

Salı, Şubat 20, 2007

KAYLULE

Kaylule;Gün ortasında bir miktar uyumadır.Duha vaktinde olduğu gibi,öğleden sonrada kaylule yapılabilir.Kaylule uykusunun hükmü;sünnet-i seniyyedir.
Rasulüllah (s.a.s): "Gündüz orucu için sahur yemeğinden ve gece ibadetine kalkmak için "kaylule"den yararlanın" (İbn Mâce, Savm, 22)
buyurmuşlardır.

Gece yemeği gündüz orucuna yardımcı olduğu gibi, kaylule etmek de gece ibadetine yardımcıdır. Gece ibadetine kalkmayacak bile olsa bu vakitlerde uyumak lüzumsuz dedikodu yapmaktan daha makbuldür. (İmam-ı Gazali)

İmam-ı a'zam Ebu Hanife her gün sabah namazını camide kılıp öğleye kadar sualleri olanlara cevab verir, öğleden önce oturduğu yerde kaylule yapardı. (Temimi, Mekki)

Cumartesi, Şubat 17, 2007

GÜNAHLARIN GİZLİ KALMASI

Kul hakkını içermediği sürece günahları üçüncü şahısların bilmesine gerek yoktur.Çünkü günahların özünde “gizlilik” esası vardır ve bu muhafaza edilmelidir. Allah’ın “Settarü’l-uyub” ismi günahları gizlemek istemektedir. Af yolunun kapanmaması için günahların gizli kalması elzemdir.

Bediüzzaman hazretleri,insanın kusur ve günah işlemeye kabiliyetli bir fıtratı bulunduğunu beyan eder.Ayrıca Cenab-ı Hakkın Settar ve Ğaffar isimlerinin kusurlar ve günahlara karşı bir siper hükmünde bulunduğunu; yalnız Kendisine sığınıldığında Cenab-ı Hakkın günahları örttüğünü, gizlediğini ve bağışladığını kaydeder.

Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) buyuruyor ki:
* “Günahı açıktan işlemekten sıkılmayanlar hariç bütün ümmetim bağışlanmıştır. Geceleyin bir günah işleyip, Allah da yaptığı bu günahı örtmüşken sabahleyin kalkıp, ‘Akşam şöyle şöyle yaptım’ diyen kişi, açıkça günah işlemekten sıkılmayan kimselerdendir. Rabbi geceleyin suçunu örtmüşken, sabahleyin kalkıp Allah’ın örttüğü bu örtüyü kaldırıyor.”
* “Bir kul dünyada bir kulun ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter.”
* “Günah işlediğinde hemen tevbe et. Gizli işlediğin günaha gizlice, açıktan işlediğin günaha da açıktan tevbe et.”
* “Günah gizli kaldıkça sadece sahibine zarar verir. Ortaya çıktığında ise düzeltilmezse, topluma zarar verir.”
* “Allah’tan kusurlarınızı örtmesini ve sizi korktuklarınızdan emin kılmasını isteyin.”
* “Allah Teala şöyle buyuruyor: ‘Ben dünyada Müslüman bir kulumun örttüğüm bir kusurunu, ahirette ortaya çıkarıp onu rezil ve rüsvay etmeyecek kadar büyük kerem ve af sahibiyim.’”

Salı, Şubat 13, 2007

Cumartesi, Şubat 10, 2007

LALELİ CAMİİ


Sultan 3.Mustafa hayır yapmayı seven bir padişahtı.Hayır ve hasenat deyince kalbinde ayrı bir şevk ve iştiyak belirirdi.

Birgün Laleli Baba'nın da bulunduğu bir mecliste bu hissini ortaya koydu.Yanında vezirleri de vardı.Laleli Baba'ya dönüp:"Hocam!Bir hasenat yapmak isterim.Köprü,han hamam,cami ne olursa.Elimdeki imkanı değerlendirmek istiyorum.Öbür aleme gittiğimizde ardımda hayır hasenatla anılacağım bir eser bırakmak istiyorum ne dersiniz?"diye sual etti.

Laleli Baba ermiş bir zattı.Padişahın böyle ulu orta herkesin yanında yapacağı hayırdan bahsetmesinde gurur işareti sezdi.Çünkü hayır işleri gizli yapılırdı.Laleli Baba aynı zamanda lafını esirgemezdi.Düşündü,taşındı ve Padişah'a şöyle dedi:""Bir abdesthane yap da,insanlar def-i hacetini gidersinler!"

3.Mustafa bu sözü duyunca kendini aşağılanmış hissetti.Yüzü kıpkırmızı oldu,sorduğuna soracağına pişman oldu.Zoraki gülümsedi ve vezirleriyle kalktı orayı terketti.Saraya döndüğünde hala sinirli ve düşünceliydi.Bir ara def-i hacet için saray heleasına gitti.Fakat o da ne?Def-i hacet yapamıyordu.Çıktı,bir süre sonra tekrar girdi.Yine aynı.Hasıl-ı kelam;Padişah o gece sabaha kadar kıvrandı durdu.Doktorlar falan da bir çare bulamamıştı.Meseleyi sonunda anladı 3.Mustafa.Bu Laleli Baba'nın işiydi.Velayet sahibi olduğu için kerametini göstermişti.

Hemen Laleli Baba'yı ziyarete gitti.Sultanım,dedi"Ne istersen onu yapacağım.Yeter ki şu tasarrufunu kes.Def-i hacetin kıymetini anladım.Hayır ve hasenat yaparken bundan böyle kalbine en ufak bir gurur ve kibirin gelmemesi gerektiğini anladım."dedi.

Zaten Hak dostunun anlatmak istediği buydu."Ne istersem yapacak mısın?"dedi.Öyleyse bir cami yap.Abdest hanesiyle tam tekmil bir cami olsun bu.Laleli semtini işaret ederek"Şu bölgede olsun bu cami."diyerek arzunu belirtti.3.Mustafa bu nasihat neticesinde şimdiki Laleli Camii'ni yaptırdı.Allah onlardan razı olsun.

Çarşamba, Ocak 31, 2007

MUTLULUĞA GİDEN YOL

Ey nefis!
Bil'ki;Hırs ve açgözlülük,insanı helaka götürür.
Onun için kendine iktisat ve tasarrufu şiar edin.
Kanaat sahibi ol ve şunu da unutma!
"Tedbirli olmak,maişetin yarısıdır."
Müstakbel(gelecek) için,uzun emeller kurup kaygı etme.
Rızkı verenin ancak Allah olduğunu aklından çıkarma!!
Takva sahibi ol.
Yüce Allah şöyle buyurmuyor mu?
"Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa
Allah ona bir çıkış yolu açar.
Onu beklemediği yerden rızıklandırır.
Kim Allah’a tevekkül ederse, O kendisine yeter."
Dünya işlerinde senden daha aşağıda olanlara,
ahiret işlerinde ise;senden daha yukarı olanlara bak.
Ve unutma'ki ey nefis;
Kanaat en büyük zenginlik,
hırs ve açgözlülük ise;zillettir.

Cumartesi, Ocak 27, 2007

MİMLENMİŞİM

Değerli komşum beni mimlemiş.Ben de 3-4 gündür net ortamından uzak olduğum için,mimlendiğimden haberim olmamıştı.Aslında daha önceleri de buna benzer blog oyunlarına maruz kalmıştım:)Ne diyelim başa gelen çekilir.Sanırım mimlenmek;hakkımızda bilinmeyen beş şeyi paylaşmakmış.Paylaşalım bakalım:)

1-İyi bir Galatasaray taraftarı,
2-Akvaryumda balık beslemeyi sever,
3-Yalan söylemeyi sevmez,
4-Bayanlarla(eşi,ablası,annesi v.s)çarşıya çıkıp alış-veriş yapmasını sevmeyen(çok gezdikleri için)
5-Buhara Pilavını sever:)

Bu sefer böyle kısa ve öz olsun.Eğer katılmak isterlerse Cenk Ünal ve Ali Kahya beyefendileri mimlemek istiyorum:)

Selametle,

Pazartesi, Ocak 22, 2007

BİD'AT NEDİR?

Bid'at, sonradan çıkarılan şey demektir. Bunlar ya adette olur veya ibadette olur.

İbadette bid'at, Resulullahın ve dört halife zamanında bulunmayıp da, dinimizde, sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlara, sözlere, işlere, şekillere ve adetlere denir.

Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:(Din adına uydurulan her şey bid’attir, her bid’at sapıklıktır; her sapıklık da Cehennemdedir.) [Buhari, Müslim, İbni Mace, Nesai]

“Anneler - Babalar günü” adettir. Yani, adette bid’attir. adette bid’at olduğu ve zararlı olmadığı, çirkin ve dine aykırı yönü bulunmadığı için, anneler babalar günü tertip etmekte ve hediye vermekte mahzur yoktur. Anneleri babaları senede bir gün yerine her gün hatırlamak, onlara hizmet etmek, ölmüşlerse, dua etmek, hayır hasenatta bulunmak gerekir.

Doğum günü kutlamak ibadet değil adettir. Bu adet Hıristiyanlardan gelmiş olsa bile, ibadet olmadığı için Müslümanların, doğum günü, evlilik yıldönümü gibi günler tertip etmesinde mahzur yoktur. Fakat gayrı müslimlerin ibadet olarak yaptıkları şeyleri, mesela bayramlarını kutlamak caiz olmaz. Evlilik yıldönümü gibi günah olmayan adetleri taklit etmek caiz olur. Ancak faydası olmayan adetleri almak, Batıyı körü körüne taklit etmek, onlara özenmek uygun sayılmaz.

yılbaşlarında tebrik kartı yazmasında mahzur yoktur. Günah olmayan böyle adetleri taklit etmek caiz olur. Ancak yaş gününde mum dikmek gibi faydası olmayan adetleri yapmak uygun olmaz.Hakim’in rivayet ettiği (Bir kavme benzeyen onlardandır) hadis-i şerifindeki benzemek, ibadetlerde benzemektir.

Adette bid’at, sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Adette bid’at, bir ibadeti bozmazsa veya dinin yasak ettiği bir şey değilse günah olmaz.

İslam alimleri, bid’ati, Bid’at-i hasene ve Bid’at-i seyyie diye ikiye ayırmışlar, mektep, kitap gibi sonradan yapılan şeylere Bid’at-i hasene demişlerdir. Hadika’da, (Böyle bir bid’at, bir ibadetin yapılmasına yardımcı olduğu için, dinimiz izin verir) buyuruldu. İmam-ı Rabbani hazretleri ise, dinin izin verdiği böyle faydalı şeylere, bid’at kelimesini bulaştırmamak ve bunlara Sünnet-i hasene [iyi iş] demek gerektiğini bildirir. Sünnet, burada yol, iş demektir. Yolun, işin iyisi de, kötüsü de olur. Hadis-i şerifte, Sünnet-i hasene [iyi çığır] açanlar övülmekte, Sünnet-i seyyie [kötü çığır] açanlar ise kötülenmektedir. (Müslim)

Cumartesi, Ocak 20, 2007

HİCRİ YILBAŞI

Hicri Takvimi Peygamberimizin Mekke'den Medine'ye hicretini başlangıç kabul eden ve ayın dünya çevresinde dolanımını esas alan bir takvim sistemidir.

Medine'de İslam devletinin kurulmasından Hz. Ömer (r.a.) devrine kadar müslümanlar bazı önemli olayları tarih başlangıcı kabul edip buna göre zamanlarını tayin etmekteydiler. Mesela; Fil olayı, ficar savaşı, zelzele yılı, veda haccı yılı ve bazı önemli zatların ölümü gibi olaylar tarih başlangıcı olarak kabul edilmekteydi. Ancak bu, zaman zaman karışık bir durum arzediyordu. Hz. Ömer (r.a) bu karışıklığı gidermek amacıyla konuyu diğer sahabelerle istişare etti. Bu sırada meydana gelen olay bunun gerekliliğini bir kat daha arttırdı. Yemen Valisi Ya'la b. Ümeyye Hz. Ömer (r.a)'a gün, ay ve yılı belli olmayan bir mektup gönderir. Aynı şekilde yılı belli olmayan vadesi Şaban ayı, diye kaydedilen bir senet Basra Valisi Ebu Musa el-Eşari'ye getirilir. Sözkonusu senette geçen şaban kelimesinin, bu yıla mı, geçen yıla mı, yoksa gelecek yıla mı ait olduğu meselesi kesin olarak anlaşılmayınca bu tarih ve sened ihtilafa sebeb oldu ve konunun önemini ortaya çıkardı. Sahabiler meseleyi görüşerek tarih başlangıcı konusunda İran, Yunan vb. gibi ülkelerin takvimlerini benimseme tekliflerini ileri sürdüler. Ancak bu teklifler kabul görmeyince Hz. Ali (r.a) takvimin hicretin başlangıç olması gerektiğini ileri sürdü. Onun bu görüşü derhal benimsendi. Hz. Peygamber (s.a.s), rebiülevvel ayında hicret etmişti. Ancak kameri yıl muharrem ayı ile başladığından tarih iki ay sekiz gün geri alınıp Hicri takvimin başlangıcı 23 Temmuz 622 olarak tesbit edildi. Miladi ve Rumi tarihler gibi on iki ay esasına dayanan hicri yıl muharrem ayı ile başlar ve zilhicce ile sona erer. Hicri (kameri) aylar şunlardır: Muharrem, safer, rebiülevvel, rebiülâhir, cemâzielevvel, cemâzielâhir, recep, şaban, ramazan, şevvâl, zilkade, zilhicce

Hicri takvim hicreti esas alır. Günümüzde kullanılan miladi takvim ise Hz. İsa'nın doğumunu 'tarih başlangıcı olarak esas almaktadır.

Bu vesileyle tüm mü'minlerin hicreti kutlu,yeni yılı mutlu,huzurlu ve hayırlı olsun inşallah.

Perşembe, Ocak 18, 2007

DÖRT ESAS

Üstad Bediüzzaman Said Nursi hazretleri en yüksek tarikat olan kulluk tarikatinin dört esasını şöyle ihsas eder:

“Der tarik-i acz-mendi lazım amed çar-çiz:Acz-i mutlak, fakr-i mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak ey aziz...”

Acz-i mendi aczini bilme yoludur. Dikkat edilirse 4 terkten değil 4 lüzumdan yani var olmadan bahsediliyor. Yani terketme, ama Allah namına kullan.Tam bir acz.
Acz-i mutlak; Hiçbir noktada güç görmemek(kainatta ve ‘ben’de).
Fakr-i mutlak:Bende hiçbir servet görmemek. Tam fakirlik ve ihtiyaç hissine ulaşmak
Şevk-i mutlak: Allah’a karşı tam bir iştiyak, her şeyde O’nun rahmetini görüp şevklenmek. O’na doğru şevki kıran her şeyde kusurludur.
Şükr-ü mutlak: Tam bir şükür hali. Her şey de artık şükretmek.

Pazar, Ocak 14, 2007

NE YAPILMAK İSTENİYOR?

Bizim gibi yüzlercesi var.Mağdur olan,müktesep hakları elinden alınan,hak ve hukuka sığmayan muamelelerle yüzyüze kalan..Çoğu zaman inanmakta gerçekten güçlük çekiyorum.Türkiye gerçekten bir hukuk devleti mi?

Aslında çevremde buna benzer haberleri birebir duymuş hatta kısmende olsa yaşamıştım.Ama bugün yine bu haberi okuyunca;yüreğim burkuldu,inancım zayıfladı..niçin?Ülkemizin geleceği için!Gerçek anlamda demokrasinin olmayışına,insan haklarının ihlal edilmesine,sosyal bir hukuk devleti olarak anılmamıza rağmen hukukla bağdaşmayan hal ve hareketlerin devam etmesine üzüldüm...

Salı, Ocak 09, 2007

BİZİM MAHALLE

Bugün hava açıktı.Dağlarda kar olmasına rağmen güzel bir hava vardı.Zaten bu sene kış gelmeyecek gibi.Mahalleye gideyim dedim.Amacım şimdi İstanbul da olan babamın evini kontrol etmekti.Uzun süredir uğramamıştım.

Mahalleye ulaştığımda ikindi sonuydu.Tatlı bir huzur ve sukunet vardı.Köşedeki fırın,Gülpınarlı manav,berber artis(Osman Usta),şerif bakkal(şimdi market oldu)hepsi yerli yerindeydi.Nihayet ilkokul 4.ve5.sınıfı okuyup mezun olduğum okulumun önünden geçtim.İçeriden cıvıl cıvıl çocukların sesi geliyordu.Kendi çocukluğum aklıma geldi.Tam 26 yıl öncesi..

Mahallede çocuklar misket oynuyorlardı.Ama bizim zamanımızdaki gibi sokak ortasında veya evlerinin önünde değil.Evimizin hemen yanıbaşına oyun parkı yapılmış,o parkın içerisinde oynuyorlardı.Düşündümde şimdiki çocuklar bizim zamanımıza göre daha şanslılar.Kim bilir belki bizde daha önceki nesillere göre şanslıydık.

Komşularla ayak üstü sohbet ettik.Hal hatır sorduk birbirimize.Babamı sordular ne zaman dönecek diye?Karşı komşu Aysel abla hala bitkisel hayattaymış,Emel hanım kocasının vefatından sonra oğluyla Denizli de kalıyormuş.Kiracımız komşulara oturmaya gitmiş.Orhan yine camdan kafasını uzattı lafladık biraz:)

Hasıl-ı kelam;mahallelerde hala tükenmeyen bir samimiyet,sevgi ve sıcaklık var.Sanırım büyük şehirlerde bu iletişim kopmuş vaziyetde.

Salı, Ocak 02, 2007

THE END

Son günlerde dünya gündeminden düşmeyen konuyla ilgili en net yazılardan birini sizlerle paylaşmak istedim sadece...

Pazartesi, Ocak 01, 2007

ZULMÜ ALKIŞLAYAMAM


Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!..

- Boğamazsın ki!

- Hiç olmazsa yanımdan koğarım.

Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.

Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!

Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!

Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!

Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...

İrticâın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu?

MEHMET AKİF ERSOY